Bukowski
Bukowski her sene yeniden doğuyor
“Havagazı ile intihar etmeyi denemiş, başarısız olmuştum. Ama başka bir sorunum vardı. Sabahları yataktan kalkamıyordum. Nefret ediyordum yataktan çıkmaktan. Herkese “insanlığın en büyük iki icadı ; yatak ve atom bombasıdır,” diyordum. Deli olduğumu düşünüyorlardı. Çocuk oyunları, ömürlerini çocuk oyunları oynayarak geçiriyordu insanlar. Hayatın dehşetinden etkilenmeden rahimden mezara gidiyorlardı.”
C. Bukowski
Düşündüğünü zanneden, kendi acizlikleriyle yanıp tutuşan şu insancıklar hala deli zannediyorlar seni. Hayat baştan kaybedilmiş bir oyundu. İntihar edip başarısız olmak oyunun kurallarındandı. Adil bir oyun olacağını kimse garanti etmemişti. Senin de umrunda değildi zaten… Gençliğinde, çevrendekilerin – içinde ve dışında yaşadığın dış etkenlerin- nefretleri ve basitlikleri yüzüne vurmuştu. İrinler akmıştı suratından. Onların iğrençliklerini taşıman için lanetlemişlerdi seni! Sense o günlerde yataktan çıkmaz ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki bir pilotun anılarını yazardın. Oldukça düzgün biri yapmıştın onu çevrendekilerin aksine… yüzündeki sivilceler bir perde görevi üstleniyordu insanlara karşı. Tedaviye gittiğinde sana şefkat gösteren ilk kadın olan hemşireye vuruldun. Babanın seni kemeriyle kırbaçladığı günlerde, annenin duygusuz bakışları dolduruyordu ön bahçenizi… Hiçbir zaman umut etmedin, umutsuzluğa da kapılmadın… Herhangi bir beklentin yoktu hayattan, kendinden… Sonra aynı anda içki ve kadınlar geldi. Hayatın adiliği zaten başına vuruyordu ; çektiğin acı yüzünden mutluluk çığlıkları atarak içkiyle cila atıyordun… içki alabilmen, yatacak yer bulabilmen için para gerekiyordu. Çalışıyordun. Aslında üstün olduğun herkesin altında sürünüyordun. Hiçbir işte uzun süre tutunamıyordun. Çünkü altında çalıştığın sürüngenler sadece paraya giden geçiş yoluydu senin için… başlı başına bir yol olacak kadar uzun değillerdi, kapı olma nitelikleri de yoktu: dümdüz bir tahtadan ibaretlerdi sadece… kuyruk sallayan kadınların peşinden gittin, işten atıldın… düşünce özgürlüğü dedin patrona, işten atıldın… Kuralsızdın, disiplini sevmezdin. İçiyordun. İçtikçe güzelleşiyor, içtikçe güzelleri yanına topluyordun! Şiirler vardı içinde, hayatlar, sonu kaybolmuş cümleler… göçebe yaşıyordun kendinde… kapına bırakılan mektuplar, telefona bırakılan isimler, pencerenin altına bırakılan bıçaklar vardı. Şizofreni vardı tüm kadınlarda… sevgiye olan açlığını gören kadınlar vuruldu sana… bazen seni kullandıklarını düşünüyorlardı ama sadece senin ihtiyaçlarını gideriyorlardı. Sevdiklerin vardı, aşık oldukların… ki sevdin hepsini en küçük hücrelerine kadar… gittiler, gitmeyenleri kovdun, gidenler senden kırıntılar götürdü… ölenler vardı… “Siz aşk nedir bilmezsiniz!” diyerek bildiğin her şeyle cezalandırıyordun sanki bizi. İçkiyi bıraktırmaya çalışanlar, at yarışına başlattılar seni… sonunda ikisine de tutkun oldun… kazanmak ve kaybetmek arasındaki o ince çizgiyi sevdin. Kazanmanın verdiği mayhoş mutluluğu ve kaybedince hissettiğin hazzı sevdin. Bar çıkışlarındaki yumrukları sevdi karnın… karnını okşayan yumrukların sahibiyse sağ kroşeni… kendin olman, gerçekleri söylemen, yazman büyük geldi insanlara… hoşlanmadılar senden, yapamadılar… oysa gülüşünde bile bir hüzün vardı. Yeter, diyordu dudakların… gözlerin dalgalarla boğuşarak batan bir geminin yorgun kaptanıydı sanki gördüklerini reddediyordu artık… daha önce gördüklerini sindirmeye çalışıyordu. Seni takip eden battaniyeleri sevdin, seni öldürme ihtimalleri bile güzeldi. Kaldırımlarda sürünsen de, yardım istemedin kimseden. Gururdan değil, yardım edecek nitelikte olduklarına inanmadığından. Şiir dinletilerini bedava içkiden dolayı seviyordun, okurlarını önemsediğinden değil… umurunda değildik, biliyorum… Sen ucuz şaraplarda boğdun kalbini, viskilerin içinde kendini kaybettin ve votkada buldun benliğini… Kaosta doğdun kaosta ruhuna kavuştun. İnsandan öte bir varlıktın, çünkü insan dediğimiz şey, “Ruhunu anlamayı ısrarla reddeden bir ortamın kurbanı”ydı!
Çisem Erkaya Karakalem 1.sayı
Yorumlar
Yorum Gönder